İ S L Â M

İ S L Â M

“İslâm” nedir?

Neden “İslâm”?

“İslâm” kelimesi kullanım alanı olarak iki mânâdan kaynaklanıyor;

1.

Selâmete çıkma, selâmete erme anlamına.
2.

Teslim olmak anlamına…

İslâm’ı anlamak için, öncelikle “Hz. Muhammed Neyi OKUDU” isimli kitabımızda anlattığımız bir biçimde “İkra”-“Oku” diye başlayan, ilk âyetlerin mânâsını anlamak gerek. Bundan sonradır ki, İslâm`ın ne olduğunu anlamak daha kolay olur.

Niçin İslâm?

“İslâm”, selâmet bulma, selâmete erme, “selâm” isminin mânâsının sizde açığa çıkması anlamında!.

“Allah”ın “selâm” isminin mânâsı ortaya çıktığı zaman kişi, bir kısım ilâhi isimlerin mânâsıyla tahakkuk etmek suretiyle, “Cennet yaşamı” dediğimiz yaşama geçer.

İşte bunun içindir ki İslâm, bunun için teslim olmak!

“KESİNLİKLE ALLAH İNDİNDE DİN islâm’dır”;

diyor Kur`ân!…

Din, “ALLAH HÜKÜMLERİ bütünüdür; “ALLAH DÜZENİ”dir; “ALLAH SİSTEMİ’dir!.

Buradaki ilâhi sistem ve ilâhi düzen kavramlarını yanlış anlamayalım!… Beşeri düzenlerle, sosyal-siyasi düzenlerle, siyasi rejimlerle buradaki düzen kelimesini karıştırmayalım.

“ALLAH SİSTEMİ” dediğimiz zaman, olayı kelime şekliyle, şeriat yönüyle de ele almayalım!.

Bu öyle bir düzendir ki, Kur`ân bize bu sistemin HER AN , her zerrede yürürlükte olduğunu bir çok yerinde vurguluyor.

“VE LEN TECİDE Lİ SÜNNETİLLAHİ TEBDİL” (48-23)

“ALLAH’IN YARATIŞ SİSTEMİNDE ASLA DEĞİŞME-YENİLENME OLMAZ”

âyeti, bu genel düzeni ve sistemi anlatıyor.

Yani ister nebat, ister hayvan, ister insan, ister melek, ister cin olsun, tüm varlıklar bu genel sistem içinde kendi varoluş gayelerine uygun olarak görevlerini meydana getirmektedirler!..

“KESİNLİKLE ALLAH iNDİNDE DİN İSLÂM’DIR”

âyetinde de işaret edilen mana, tüm varlıkların bu “doğal ve zorunlu teslimiyeti”dir..

Yani bir diğer ifadesiyle;

“Evren tüm içindekileriyle “ALLAH”a teslim hâldedir”!..

KESİNLİKLE TÜM VARLIKLAR ALLAH`A TESLİMDİR Kİ BU GERÇEK DİNDİR!..

Varolan hiç bir varlık, hakikatı itibariyle, esası itibarıyla “ALLAH”a isyan edemez, âsi olamaz.

İblis`in “Allah”a isyanı dahi, ezeli görevi ve var oluş programının sonucudu!r… Çünkü varoluş mertebelerinde, bir çok varlıkların, kendi görevlerini yapmaları, veya imtihana tabi tutulmaları, cinler aracılığıyla olacaktır.

Eğer İblis`in o isyan dediğimiz hâli olmasa, ne Adem cennet yaşamından ayrı düşer; ne insanlar madde bedenin getirdiği sıkıntı ve zorluklara düşer; ne de insanların geçmişteki cennet halinden çok daha ileri boyutlarda olan özlerindeki ilahi gücü ortaya çıkarma, çalışmaları var olurdu!…

Çünkü, zaten Adem, cennet yaşamı içinde iken bugün hedeflediğimiz, istediğimiz şeylerin bir kısmına sahipti… Yani, o bir kısım ilahi güçlerle tahakkuk ediyordu!.

Cennette herkesin her istediği olacaktır!.

Adem`in de cennette hemen her istediği oluyordu!.

Ancak şu farkla ki…

Adem Aleyhisselâm yeryüzünde yaratılmıştı!…

“YERYÜZÜNDE BİR HALİFE MEYDANA GETİRECEĞİM”…

âyeti de, O`nun yeryüzünde varoluşunun apaçık ispatıdır!..

Bizler gibi bir madde bedeni mevcuttu!… Bu sebeple de bulunduğu yere “yeryüzü cenneti” denmekteydi!.

Ancak yeryüzünde yaşamasına rağmen, bizim bugün elde edemediğimiz pek çok isteklerini gerçekleştirebiliyordu…

Çünkü kendisindeki ilâhi güçlerin açığa çıkmasını engelleyen “VEHİM” duygusu oluşmamıştı!..

“VEHİM” duygusu insanda mevcut bulunan en büyük şer güçtür!.

Varolmayan ya da varolması mümkün olmayan şeyleri imkan dahilinde göstererek bilinci âdetâ esir eder!.. Tüm korkuların, endişelerin, sıkıntıların kökeninde “vehim” yatar!..

“Negatif varsayım” diye günümüz diline çevirebileceğimiz bu deyimin insan yaşamındaki yeri hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar büyüktür!.

Eğer kişi “VEHİM” duygusunu kontrol altına alabilirse, yaşamı âdetâ cennet yaşamına döner… Buna karşılık insan “vehminin” esiri olursa, yaşamı artık bir cehennemdir!.

Varolmayanı var sandıran; varolanı da görmezlikten getiren kuvvettir “VEHİM”!..

İnsan, “VEHİM” hükmü altına girmemiş bir akılla herhangi bir şey düşünüp, o şeyi yapmağa karar verirse; ve bu hususta da azimli olursa, normal şartlara göre imkânsız olan o şeyi mümkün hâle getirebilir!..

Ve sanki bir madde bedeni yokmuşçasına özgür bir yaşam sürebilir… Sanki cennetteymişçesine!…

İşte yeryüzünde yaratılmış olan Adem Aleyhisselâm da, “VEHİM” duygusunu tatmadan yaşadığı için bulunduğu ortam “yeryüzü cenneti” olarak tanımlanıyordu..

Şu gördüğümüz, içinde yaşadığımız nizam, gerçeği itibarıyla, ilâhi hükmün âşikâre çıktığı bir nizam ve düzendir.

Kâinatın ve evren içindeki her birim…

Dikkat edin, burada “birim” kelimesi özellikle üzerinde durulması gereken bir kelimedir; zira insan, melek, cin, hayvan, nebat hep birim kelimesinin içine girer…

Evet, her birim, gerçek mânâsıyla “Allah”a kulluk hâlindedir. İnsanlar ve cinler için zaten bu, Kur’ân ‘da çok açık ve seçik vurgulanmıştır.

“BEN İNSİ VE CİNNİ YALNIZCA KULLUK ETMELERİ iÇİN YARATTIM”!.

Allah’ın bir gaye için yarattığının, o gayeye hizmet vermemesi mümkün değildir!… Muhaldir!.

Dikkat ediniz, buradaki âyette hiç bir sınırlama yoktur!…

“Müminleri kulluk etsinler diye yarattım”, demiyor!… “Sadece insanları…. “da demiyor!…

“Cinleri de… ” diyor. ” diyor.

“Cinleri de…” dediği zaman, “şeytan ve iblis” tavsifleriyle anlatılan tüm cinler dahi bunun içine giriyor!..

Melekler, zaten mutlak kulluk halinde!… Bütün melekler doğal olarak ALLAH hükümlerinin gereğini uyguluyor, yerine getiriyor.. Onlar için zaten tartışma yok.

“İnsanlar ve cinler” için, acaba kulluğu yerine getiriyor mu getirmiyor mu tartışması var!. Halbuki bu tartışma da abes!.

Âyet var Kur’ân-ı Kerim ‘de!.

Âyete göre “İNS” ve “CİN” türleri istisnasız ve sınırlamasız hepsi de “Allah”a kulluk etmeleri için yaratılmıştır.

“Allah” bir nesneyi, bir birimi ne iş için yaratmışsa, o birim yaratılış gayesinin gereğini mutlaka, olduğu gibi yerine getirecektir!. Bunda hiç bir tereddüt yoktur!.

İşte bu yüzdendir ki, ALLAH muradına uygun olarak yaratılmış olan bütün varlıklar, “Allah”ın dileğine uygun olarak, gereken fiilleri ortaya koymaktadırlar.

Bu “Din”dir ve bu “İslâm”dır.

Onun içindir ki âyette:

“KESİNLİKLE ALLAH İNDİNDE DİN İSLÂM`DIR”. (3-19)

denmiştir.

Ve ayrıca vurgulanmıştır ki:

“İSLÂM`IN GAYRINI DİN SEÇENDEN BU KABUL EDİLMEZ”!.. (3-85)

“KİMİN ANLAYIŞINI İSLÂM’I KAVRAMAK ÜZERE AÇARSA ALLAH, BU ONA RABBİNDEN BİR NURDUR” (39-22)

Evet, “İslâm”ı gerçek anlamıyla kavrayabilmek son derece büyük ve önemli bir iştir; ki, Rabbinden kendisinde açığa çıkan bu “NUR”, yani gerçeği farketme-kavrama gücü, kişiyi evrensel sistemi tanıma noktasına ulaştırır!..

Şimdi biz âyetleri anlamak için incelerken, öncelikle şunun üzerinde çok duracağız… Âyetin başında ve sonunda herhangi bir sınırlama, bir istisna var mı, yok mu?… Önce buna bakacağız!.

Meselâ:

“BİZ YERYÜZÜNDE İNSANI HALİFE OLARAK MEYDANA GETİRDİK.”

derken insanın halifeliğini “yeryüzü” ile sınırlıyor!. Yeryüzünde halife!.. Burada bir sınırlama var!.

Fakat, “Kesinlikle Allah indinde Din İslâm”dır derken, orada bir sınırlama bir kayıt yok… Yani, dünyada veya falanca galakside demiyor!..

Nerede?…

Dünyada da!. Dünyanın içinde bulunduğu güneş sisteminde de!. Diğer galaksilerde de!.

Kâinatın tamamında yani bütün bu evrenin tüm yapısında, her zerrede, her noktada bütün varlıklar Allah`a teslimdirler!. Burada kesin olarak işte bunu vurguluyor!.

Yalnız burada gözden kaçırmamamız gereken nokta şudur:

“Bütün varlıklar Allah`a teslim olmuş vaziyettedirler” derken, birimler kendi özgür iradeleriyle “Allah”a teslim olmuş, değil!..

Birim, “FITRATIYLA” yani var oluş şekli ve programıyla Allah’a teslim olarak yaratılmıştır, zaten!…

Birim, Allah’ın indinde, dilemesine uygun olarak meydana getirilmiştir Allah tarafından…

“FITRATIYLA” meydana getirildiği için de, teslim olmuş durumdadır!. Yani, birimin teslimiyeti dediğimiz, “Allah’a teslim olma hâli” dediğimiz, içinde bulunduğu hal, var oluşundan yani “fıtrat”ından meydana geliyor otomatikman!…

Yapısından, nüvesinden, özünden meydana geliyor!..

İşte bunu izah içindir ki Hz. Rasûlullah:

“Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar”

demiştir. (1)

(1)”FITRAT” konusunun içyüzü geniş bir şekilde “Hz. MUHAMMED NEYİ OKUDU” isimli kitabımızda açıklanmıştır. Arzu edenler bu konuyu detaylarıyla oradan inceleyebilirler!. A. HULUSİ

Olaya yüzeysel bakanlar diyor ki; “müslümanlığı kabule istidatlı olarak doğar her doğan çocuk”!.

Hayır! Olayı yalnızca “müslümanlık”la kısıtlayarak dar anlamda almayalım!.

Her doğan çocuk; ki bunu bebek diye de; veya geniş kapsamlı olarak kâinatta var olan her varlık diye de anlamak mümkündür… İslâm fıtratı üzere doğar, yani İslâm kelimesinin açıkladığı mânâda, programlanmış olarak meydana gelir.

Nitekim başka bir âyet:

“DE Kİ: HEPSİ DE (Şâkıleleri) VAROLUŞ PROGRAMLARI DOĞRULTUSUNDA FİİLLER ORTAYA KOYARLAR!.” (17-84)

Âyette geçen “ŞÂKİLE”, daha önce izah ettiğimiz, “FITRAT`ın oluşturduğu programın doğrultusu”, anlamındadır..

İşte bu husus, “İslâm”ı açıklar.

Yani, var olan bütün birimler;

“KESİNLİKLE ALLAH İNDİNDE DİN İSLÂM`DIR”

hükmünce meydana gelmiştir.

Bu yüzdendir ki “İslâm”, dünyada sadece belli bir kavmin veya insan topluluğunun dini değil; kâinatta geçerli olan nizam, ilâhi düzendir!.

Şayet bunu anlıyabildiysek, artık “İslâm”ı dar mânâda sadece belli ölçülerle, şekillerle kayıt altına almayalım!.

“İslâm”, “Allah”ın, dilediği mânâları ortaya koymak üzere, kâinatta mevcut tüm birimleri kendi ilmiyle, ilminden, dilediği yapı ve özelliklerle; dolayısıyla da kendine “TESLİM” bir hâlde halketmesi; ve birimlerin de bu gayeye yönelik davranışları doğal olarak ortaya koymalarıdır.

Bu durumda bir kişinin “İslâm”ı fark ve kabul etmesinin doğal sonucu olarak ne yapması gerekir?

Burada şu gerçeğe işaret edelim;

İslâm inancına göre kişinin muhatabı Allah`tır; Rasûlullah`tır!.. Bunların dışında inancını kimseye ispatlama mecburiyeti yoktur!.

Kişi inanır veya inanmaz, bunun sonuçlarını da ölüm ötesi yaşamda görür!.. Çünkü bu dünya zorlama değil, “TEKLİF” dünyasıdır!..

Kimsenin başkalarını herhangi bir konuda inanmaya zorlama hakkı yoktur!..

Nitekim aşağıdaki âyette bu konuya açıklık getirilmiştir:

“DİN iÇİNDE ZORLAMA YOKTUR!.” (2-256)

Ne var ki KUR`ÂN-I KERİM’İN bu açık hükmünü ifade eden âyet birçok müslüman olduğunu ifade eden kişi tarafından benimsenmemekte; çeşitli mantık oyunlarıyla insanlara zorla-baskıyla İslâm önerileri uygulattırılmak istenmektedir..

Yani, insanlar, inanmadıkları şeyi yapmağa zorlanarak, “münâfık-ikiyüzlü” hâle getirilmektedirler!.

Oysa, yaşadığımız dünya “TEKLİF-ÖNERİ” dünyasıdır; “İMAN EDEN” imanının gereğini “iman”ı kadarıyla yapar; “iman”ı olmayan da dilediği gibi yaşar ve ölüm ötesinde de bunun sonuçlarına katlanır!.

“CEZA”, yani yapılan veya yapılmayanın karşılığı ölüm ötesinde ALLAH sistemi içinde alınacaktır!.

Burada bir nebze değinmek istediğim bir husus da şu;

İnsanların önemli bir kısmında “NEFS”inden ileri gelen bir biçimde, çevresindekilere hükmetme; önde olma; baş olma; insanları gütme duyguları vardır!.. Oysa bu kişilerin çoğu, yaptıkları çalışmalarla kendilerini çevrelerine kabul ettirebilecekleri bir mevkiye gelememişlerdir!..

İşte bu durumda, kendi yetersizliklerini kapatmak için, dini kullanıp; “Allah adına”, “Peygamber adına”, “Kur`ân adına” diyerek; bir kisveye, etikete bürünüp, insanlara zorla yön vermeye çalışırlar!..

Eğer, bu kişiler psikoanalitik incelemeye tabi tutulursa; görülecektir ki, çoğunlukla bu kavramları kendi psikosomatik hallerini tatmin için ortaya koymakta; böylece de kendilerindeki küçüklük, geri kalmışlık duygusunu tatmin etmektedirler!.

Orta çağın engizisyonlarını kuranlar; ve o engizisyonları günümüze taşımaya çalışanlar, herkesi cehenneme postalayanlar hep bu tür kişilikler ile onlara körü körüne, düşünmeden tabi olanlardır!.

Oysa, KUR`ÂN hükmüne göre,”DİN İÇİNDE iKRAH YOKTUR!”.

“İKRAH”ın anlamı “ZORLAMA”dır!..

İkrah yani zorlamanın dinde olmayışını; insanları bu konuda zorlamanın tamamiyle din dışı bir davranış olduğunu bakın değerli müfessir Hamdi Yazır ünlü tafsirinde nasıl açıklıyor:

-“Dinin mevzûu ef`ali ıztırariye (zorlama) değil; ef`ali ihtiyariyedir (kişinin kendi dileğiyle).. Bunun için ef`ali ihtiyâriden birisi olan ikrah, dinde menhidir.

Belki âlemde ikrah bulunabilir amma dinde, dinin hükmünde, dinin dairesinde olmaz veya olmamalıdıdır. Dinin şanı ikrah etmek değil, belki ikrahtan korumaktır.

Binaenaleyh dini İslâm’ın bihakkın hakim olduğu yerde ikrah (zorlama) bulunmaz ve bulunmamalıdır.. Şu halde Din, ikrah ediniz demez, ikrah meşru ve muteber olmaz.

İkrah ile vaki olan amelde dinin va`dettiği sevap bulunmaz; rıza ve hüsni niyyet bulunmayınca hiç bir amel ibadet olmaz!.

Ameller niyete göre değerlenir!.. Metalibi diniyyenin hepsi ikrahsız, hüsni niyyet ve rıza ile yapılmalıdır..

İkrah (zorlama) ile itikat mümkün değil; ikrah ile kılınan namaz, namaz değil; oruç keza; hacc keza ilah…

Bundan başka, bir kimsenin diğerine tecavüz edip de herhangi bir işi ikrah ile yaptırması da câiz değildir; hasılı, hükmi İslâm altında herkes vazifesini bilihtiyar yapmalı,iKRAHSIZ YAŞAMALIDIR!.” (c:1;s:860-861)

Esasen bu konu başlı başına bir kitapta ele alınabilecek bir değerlendirme olduğu için, daha fazla bu özellik üzerine gitmeyip, kaldığımız yerden devam edelim..

Evet, kendisine Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın önerilerinin sunulduğu kişi, “İslâm”ı tasdik etmesi için, şu anlattığımız sistemi kavradıktan sonra, diyebilmesi gerekir ki;

-Yeryüzünde veya gökyüzünde tanrılar yoktur, sadece Allah vardır. Kâinatı vareden ve o yoktan varettiği kâinatta her bir birimi dilediği biçimde sûretlendiren; istediği özelliklerle bezeyen; ve her biriyle dilediği mânâları ortaya koyan sadece “Allah” vardır.

İşte bu anlamı izah etme sadedinde sıra, “İslâm”ı kabul ve tasdikin ilk şartı olan “kelime-i şehâdet”e gelir…

Dersin ki:

“Eşhedü en lâ ilâhe illallah ”

“Eşhedü” yani, “Şehâdet ederim”…

Nasıl “şehâdet” edersin?…

Gözle, değil; basiretimle, idrakımla, anlayış, kavrayışımla, “şehâdet ederim” ki; ve…

Görmekteyim, müşahede ve tespit etmekteyim, idrak etmekteyim, tasdik etmekteyim ki…

Varlığın her zerresinde mutlak olarak hükmünü icra eden ve kendisinden başkasının varlığı asla söz konusu olmayan tek mevcut sadece “Allah”tır!. Ki gayrı asla mevcut değildir!.

“Ve eşhedü enne Muhammed’en abduhu ve rasûluh ”

Ve gene bu müşahedemin neticesinde şehâdet ederim ki Hz. Muhammed “O”nun kulu ve Rasûlü`dür.

“Kulu”dur, Allah’ın kendisinde izhar etmek istediği manaları, ortaya koymak suretiyle “kulluğunu” ifa etmekte…

Burada ayrıca Hz. Rasûlullah Aleyhisselâm’ın;

-“FAKR”ımla iftihar ederim”!.

dıyerek işaret ettiği “ALLAH” varlığı yanında “hiç”liğine işaret de mevcuttur!…

Bahsi geçen “FAKR” da yanlış olarak bildiğimiz fakirlik diye anlaşılmıştır; ki hiç ilgisi yoktur bu anlayışın, işaret edilen husus ile!..

Mutlak bilinçli kulluk ancak “FAKR” ile tamam olur!.

Bu konuda detaylı bilgiyi “GAVSİYE AÇIKLAMASI” isimli kitabımızda bulabilirsiniz..

Ve “Rasûlü”dür; “ALLAH HÜKÜMLERİ”Nİ, SİSTEMİ’ni; “Allah’ın dilediği mânâları, bilmemiz için bize ulaştıran, bize tebliğ eden elçisidir!.İşte buna da şehâdet ederim!.

“İslâm”ın ilk ana şartı budur.

“İslâm”ın ilk şartı “kelime-i şehâdettir” de diğer DÖRT şartı nedir?..

İşte çok önemli bir husus daha!..

Farkında olamadığımız ve yanlışa şartlandığımız bir husus daha;

İSLÂM’IN ŞARTI 5 DEĞİLDİR!..İSLÂM’IN, KELİME-İ ŞEHÂDETTEN SONRA 54 FARZI VARDIR…

KUR`ÂN-ı KERİM, “İSLÂM’IN ŞARTININ BEŞ OLDUĞUNU” SÖYLEMEZ!.

Kur`an-ı Kerim, insanların üzerine farz kılınan; yani onların uymak zorunda oldukları; uymamaları halinde büyük zarar görecekleri 54 çok önemli kuraldan sözeder ki, bunların ilk dördü “namaz, oruç, hac ve zekât”tır!…

Bunların ötesinde gıybet etmemek, dedikodu yapmamak, içki içmemek, kumar oynamamak, zina yapmamak, hırsızlık yapmamak, yetim hakkı yememek ve bu gibi bir çok uygulamakla zorunlu olduğumuz öneri mevcuttur.. Toplam 54 olan bu önerilerin tümü de islâm`ın şartları arasındadır..

Bunu, böylece bildikten sonra, şimdi diğer kurallara geçelim.